18 Şubat 2014 Salı

Vintage Times

Merhabalar,

Son yazının üzerinden çok süre geçmiş olmamasına rağmen, blog benim olduğu için istediğim gibi at koşturabiliyorum.

Malumunuz kimimizin maddi olarak dağıldığı, kimimizin burulduğu, kimimizin kızdığı ve kimimizin kendi anatomisini keşfettiği bir 14 Şubat Sevgililer Günü' nü daha geride bıraktık. Ben olayın çok uzağında olduğum için dışarıda olduğum o akşamı "Sanırım bugün cuma olduğundan mütevellit bu kadar kalabalık her yer." varsayımları arasında geçirirken, olayı anca idrak edebildim. O da neden? İnsanlar hep çift olarak geziyorlardı, kadınların kucaklarında çiçekler vardı ve üstüne üstlük erkekler olduklarından daha yakışıklı, kadınlar ise olduklarından daha çekiciydiler. Bu gözlemleri biraraya getirdiğimde ise tek bir sonuç çıktı. Sevgililer Günü.

Ben ise -yanlış bir gün seçerek-, askerden gelen üniversite arkadaşımla dışarıda bi şeyler içelim kafasındaydım. Yani insanlar, yanıbaşımızda içtikleri şaraplarla aşklarını pekiştirerek şu şekilde mutlu hûlyalara dalarken;



biz ise tam olarak şu kafadaydık :



Evet, Kubrick ağabeyimin de dediği gibi : This is my rifle and this is my gun; this is for fighting and this is for fun. 

Anti-Militarizmin doruk noktalarındaki muhabbetimizi, ortamın meşk içeren havasını fazla kaçırmamak adına asgari düzeyde tutarak evlerimizin yolunu tuttuk. 

Sevgililer gününe ilişkin gözlemlerim ise genelde şu havadaydı : Sevgilisinden papara yememek için gelen erkekler, sevgilisini gerçekten seven ve romantik bir akşam geçirmek için gelen erkekler, gece sonunda cinsel münasebet umuduyla sevgilisini sevgiye ve alkole boğan erkekler. Gecenin sonunda bu işten en kârlı çıkanlar ise tabi ki; bar/restorant sahipleri ve çiçek satıcıları. Sevgilinizi seviniz, sayılı zamanımızın olduğu şu dünyada vaktinizi iyi değerlendirerek mutluluğu yakalayınız. 

Sevgililer günü olayını bir kenara bırakarak, bahsetmek istediğim diğer olaya gelmek istiyorum. Zamanın giderek modernleşmesi hadisesi. Tanıyanlar bilirler, bir Chaplin manyağı olarak bu ademoğlunun tüm filmlerini hatmetmişimdir. Ve istisnasız her filmindeki her kadına aşık olarak başarması zor olan şeyleri de başarmışlığım bulunmaktadır. Bugün yoğunlukla bahsedeceğim şey, bu filmde de bolca işlenen ve günümüzde iyice boku çıkan modernizm. 


Modern Times. 10 numara film. Tabi ki Paulette Goddard' a da aşık olmuşluğum var. Endüstrileşmenin ve modernleşmenin bir getirisi ya da götürüsü olarak değişen hayatları, tarzları görmemiş olsak da tahmin edebiliyoruz. Bazen etrafıma dikkat kesiliyorum. Bazı insanların iyice boku çıkan teknolojiye inat daha da eski şeyleri, en azından yeni olsa bile eskitilmiş olan şeyleri, hatta antika şeyleri kullandığını görüyorum.

Hatırladınız mı?

Kabul, filmde sanayi devrimi ve getirdikleri / götürdükleri anlatılsa da yaşadığımız şeylerle hiçbir ilgisi yok mu sizce? Örneğin size şu mu daha güzel geliyor? 


Yoksa şu mu ? 


Ben henüz hiçbirini yapamamış olsam da, genel olarak vintage kafada yaşayan, vintage eşyalara sahip olmayı isteyen biriyim. Evde telsiz telefon yerine kocaman ahizeli eski telefonları kullanmak istemekteyim. Modern hayatın işlerimizi kolaylaştıran icatları yüzünden kolaylaşan iletişim imkanlarıyla aynı ölçüde bize dahil ettiği tembellik, kalp kırma alışkanlıklarının olması hiç hoşuma gitmiyor aslında. Örneğin telefon çalınca kalkıp gitmek yerine telsiz telefon / cep telefonu denen naneler icat oldu. Bir buluşmaya gitmek için sözleştiğin insanı arayarak "Bebişim, 15 dakika geç kalıcam, sen takıl, geliyorum ben." diyebiliyoruz. Ya da kavga ettiğimiz sevgiliye "Kafam çok karışık.. Sen Arama beni, ben seni arıcam kendime geldiğimde..." diyebiliyoruz. Bunlar kimine göre modern zamanın getirdiği mükemmel gelişmeler. Kimine göre ise insan ilişkilerini sıfıra indiren nedenlerden biri.

Bu vintage tutkumun başı sanıyorum önceki yazılarımda da bahsettiğim geçmişe meraklı olma. Örneğin melon şapka, süvari pantolonu, süvari çizmesi gibi modası geçmiş olarak nitelendirilen ama benim için en üst sıralamada duran eşyaların kıymetini bilsek süper olur. Şu an Türkiye' nin ya da dünyanın herhangi bir yerinde, süvari pantolonu ve süvari çizmesi giyerek gezsek herhalde 'deli' olarak adlandırılmanın haklı gururunu yaşayabiliriz.



Bu yazıyı yazarken kısmen bana "İlhan perisi" olma niteliğini taşıyan kişi ise sözlük ortamından bir hanımefendi. Muhabbet ise Jethro Tull. Alakasız evet. Farkettiğim üzere, günümüzde benim jenerasyonumdan itibaren giderek yeniye yönelme; akımların değişikliğini de beraberinde getiriyor. Nerede o eski Jethro Tull' lar, nerede Justin Bieber' ler? Yeniyi benimserken, eskiyi önemsememe ve hatta merak edip araştırmamaya başladı genç insanlar. Adam gözünü açtığı andan itibaren iphone 3 le oynayınca, haliyle merak etmiyor "Ulan bu elimdeki aletin mucidi kim?" diye. Her konuda olduğu gibi, müzik konusunda da genç insanların günümüzde sürmesine rağmen eskiye ait olan insanları, grupları dinlemesi, araştırması hoşuma gidiyor. Farkındayım Ian abimiz eski Ian değil; ama yeni insanların Jethro Tull dinliyor olması, hatta Ian abiden özenip flüt çalmaya başlamaları falan güzel geliyor bana. Bunu da vintage olarak düşünüyorum ben. 



Vintage olayına demode demek yerine vintage kavramını zaman olarak yaşamaya çalışırsak, bence rahatsız olduğumuz pek çok şeyin çözüldüğünü göreceğiz. Sürekli modern ya da modernize edilmiş araç-gereçle haşır neşir olmak, ileri teknoloji ürünler kullanmak insanları eskiye itiyor farkında olmadan. Modanın geldiği yere bakalım. O güzel Chaplin filmlerindeki inanılmaz tarza sahip kadınlardan, et giyen Lady Gaga' ya geldik. Aha bu işte geldiğimiz nokta. Sonra ne oldu? Tekrar vatkalı kıyafetler, mini şortlar, uzun ceketler moda olmaya başladı. 

Sağlık, güvenlik gibi hayati alanlarla ilgili modernizm kabul edilmeli mutlaka; peki ya günlük yaşantımızda olan modernizm? Akıllı telefonlar çıkmadan önce boş boş vakit geçirmek hiç bu kadar olmuş muydu? Zaman geçirmekten kolay bir şey yok hayatımızda artık. Canımız sıkılınca açıyoruz oyun oynuyoruz telefonda. Tık gün bitti. 

Geçen her saniyeyi kaybettiğimiz ve yerine tekrar getiremeyeceğimizi bildiğimiz bu dünyada; sanıyorum telefonlara/bilgisayarlara gömülmemek ve hayatı sevdiklerimize daha yakın olarak geçirmek çok daha iyi bir seçenek olacaktır.

Bu yazıyı yazarken bilgisayar başında oluşum ve hayatımdan 1 saati buraya ayırmam ise tamamen bir komedi. Belki bunu başka bir yazıya konu yapabilirim. Belki şuraya da yaşlı, heybetli ve biraz da korkutucu bir ağaç yapabiliriz, kim bilir?


Eyvole.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder