21 Ekim 2013 Pazartesi

İlk İntibah

Bu bir başlangıç. Bir giriş. Gelişme ve sonucu yok. Henüz yok en azından. Yaptığım şey bir hikaye anlatmak değil. "Beyninin düş kapısı aralayacağım!" gibi bir iddiam da yok. Farkındalık yaratmak olabilir belki. Eğer bir farkındalık yaratabilirsem güzel olur. Sonucu hiçbir şekilde etkilemez gerçi ama saçma saçma yaşamış olmayız en azından. Öyle yaşıyoruz çoğumuz gerçi, ama belki 10 saniye bu rutinden çıkarsak daha güzel olabilir.

9 günlük über bayram tatilinden sonra şaka gibi gerçekten ilk iş günü. Ah o "Back" tuşu olsaydı hayatta. Tamam, ölünce tekrar başlayalım ya da hata yapınca geri saralım demiyorum. Demedim hiçbir zaman. Ama şu 9 günü bir şekilde geri sarabilseydik, yaşadığımız her şey yine aynı olsaydı ama bi daha yaşayabilseydik güzel olurdu.. Tanıdığım ve önceden tanımayıp artık tanıyor olduğum insanlar vardı 9 gün boyunca etrafımda. Her şey süperdi. Yapmış olduğum bu gezide... Yok tabi ki öyle bir şey. Gezi blogları oluşturmak değil amacım. Sadece havadan ve sudan haberdar etmek.

Tam bir yüzsüzlük örneği göstererek kendimi Samsun' a davet ettirmiş olmam çok fantastikti, kabul. Şu güzide vilayeti de böylece gezmiş, görmüş oldum.



Hava gerçekten çok güzeldi. Sümüklüböcek kıvamında azıcık rüzgar yer yemez burnu akmaya başlayan insan modeli olarak 2-3 günü nezle olarak geçirmiş olsam da deniz kenarında yürümek, efendim bir iskele üstünde durmak, kuma basarak yürümek falan iyi hissettirdi kendimi. Ankara' nın bağrında oturmamın, denizin üzerimde bıraktığı intibaha etkisini söylememe gerek yok sanırım. Cefakeş arkadaşım sayesinde deli gibi kıymalı kapalı, yumurtasız pastırmalı, döner cips sos gibi bilimum etli yemek tecrübem oldu. Yemek yemek iyi ki var. Çok güzel geldi valla. Düğün dernek işleri de oldu. Çok da iyi oldu, çok da güzel oldu. Tamam mı?

Şimdi aşağıdaki fotoğrafa bakıp uzun uzun düşüncelere dalmanızı isteyeceğim sizden. Ya da sadece bakın. Uzun uzun düşünmenize gerek yok. Ben düşündüm yeterince bu fotoğraf üzerinde.


Gravity filmini 3D izlemenin sonrasında biraz kurcaladım bu tip fotoğrafları. Aslında Gravity yokken ben bu fotoğrafları kurcalıyordum zaten. Yani o yokken, ben vardım. Daha kıdemliyim. Neyse. Şu fotoğrafa bakın abiler, ablalar. Bir yerleşim yerinin (Hatta 10 dan fazla yerin) uzaydan görüntüsü. Sol üstteki nesne uydunun güneş paneli. Onun hemen sağındaki sikimsonik yeşil ışıklar da "Kuzey Işıkları". İsteyen hakkında araştırma yapabilir. Benim için bi sıkıntı yok. Şimdi nedir bu fotoğrafın ana teması? Hani demin dedim ya, çok güzel bir 9 gün geçirdim rerörö diye. Olm kimin umrunda bu 9 gün? Benim haricimde kimsenin umrunda değil. Şu fotoğrafta aslında varolan ama bizim cismen göremediğimiz kaç milyon kişi var? Hepsinin ayrı hayatı var. Herbirinin farklı bir hayatı. Mutlak kesişimler muhakkak var. Ama daha ötesi? Muhtemelen yok. Ayrı ayrı milyonlarca farklı hayat. Mutluluklar, aşk acıları, hüzünler, ayrılıklar, ölüm acıları, kavuşma sevinçleri, düşünceler.. Hem de farklı farklı.. Milyonlarca..

Ne yapıyor insanlar? I am at Samsun. I am at Washington DC. Boring... (Cem' cim selamlar) gibi gibi. Gittiğimiz yerlerde "tag"lenmemiz, check-in' ler çok önemli di mi bizim için? O an oradaysak, orada olduğumuzu listemizde yer alan o kıçı kırık 300-500 arkadaşın [yarısı da yolda görsen selam vermemek için fellik fellik kaçacağın insanlar] görmesi çok mu önemli acaba? 2 ay sonra koç gibi 1080p FullHD Bluray' i çıkacak konseri en önde izleyen bir insanın kaydetmeye çalışması mesela. O an orda bıraksan kendini, güzel bir konser geçirsen? Olmaz.. Arkadaşlar ne der sonra?

Hepimizin sevgilileri oldu. Karşıt görüşler paylaşıldı. Uyulanla uyuldu, uyulmayanla uyulurmuş gibi yapıp ayrılık acısı çekildi. gibi gibi. Gittin süper bir restoranta. Afilli çatapatlı Fajita söyledin mesela. Çata pata geliyo mutfaktan. Tam karşındaki yemeğe ve seni seven bir çift göze dalmak üzeresin. Hooop.. Telefon niye titredi şimdi? Kim mesaj attı bu münasebetsiz zamanda? Aaa! Sevgilin seni tagleyip check-in i koyuvermiş. "Aşk' la Fajita Keyfi!" Bak şimdi.. Oldu mu hiç? Doğruyu da söyleyemiyor kimse. "Ben o check-in' e gelen 20-30 like' a muhtacım lan!" demiyor kimse. demeyince n'oluyor? "Sen benim birlikte check-in yapmamı istemiyosun çünkü sen benimle görülmek istemiyosun!!" Hadi buyur.. Hadi ye fajitanı şimdi. Afiyet olsun.


Neyse dağıldık. Bir havacı şunu demişti zamanında : "Gökyüzüne çıkmayı seviyorum; çünkü gökyüzündeyken, aslında günlük hayatta zorluklarını gördüğümüz bize dağlar kadar büyük gelen bütün sorunların ve sevdiğimiz-nefret ettiğimiz-saygı duyduğumuz-dağlar kadar büyük olduğunu düşündüğümüz tüm insanların gökyüzünden aslında ne kadar küçük göründüğünü görüyorum." Bir insanın hayattan keyif alabilmesi için ne gerekli? Çok para, vizyon, kitap okumak, doğa-hayvan sevgisi, insan sevgisi belki? Kendini çok büyük gören bir insana acizliğini göstersek mesela? O zaman yola gelir mi? 

---

Samsun' da düğün dernek dedik. Kısa zaman önce ve kısa zaman aralığında evlenen arkadaşlarım oldu. Hepsinin evliliği çok güzel oldu. Ölene kadar birlikte ve mutlu yaşarlar umarım. Şimdi bir anlığına 80 yaşında bir adam olup geri geleceğim. Oluyorum << "Ama en önemlisi sağlık. Sağlıklı olsunlar da..." >> Evet geri geldim. Şimdi çok garip geliyo böyle sağlık falan diyince. 20 küsür yaşında adamlarız hepimiz. (Hepimiz öyle olmayabilir tamam.) Ama bizzat coğrafi vücut sınırlarım içerisinde bulunan bir adet Ankilozan Spondilit, bir adet Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı ile tanıştıktan sonra "acaba dileklerimizin en başına "sağlık" lafını koymak daha mı uygun olur sanki?" düşüncesini şiar edindim. Ağrı, sağlık, acı, mutsuzluk konularını geride bırakmış bir adam olarak ağrılı ya da ağrısız olmak bana aşırı bir mutluluk falan vermiyor. Tabi ağrısız olmak daha tercih ettiğim bir tarz. Ama ağrı ile başedemeyen (Hem psikolojik hem fizyolojik) biri için gerçekten en önce sağlık dilememiz lazım. Yoksa depresyondan depresyona giriyolar. Beyinde yarattıkları 10 ayrı depresyondan hangisine girdiğini bulmaya çalışmanız sizi yorabiliyor. Bu hastalık konusuna daha sonra detaylı eğileceğim. Bu hastalıktan müzdarip olanlar için bazı tavsiyelerim olacak. 

Ek Bilgi : Ankilozan Spondilit ne lan? Diyenleri muhattap bile almıyorum şimdilik. Ama ingilizcesinin Ankylosing Spondylitis olduğunu görünce baya enteresan gelmişti. Ailevi Akdeniz Ateşi' nin ingilizcesi ise Familial Mediterranean Fever. Ama Başbakanın bana verdiği yetkiye dayanarak adını Familial White-Sea Fire olarak değiştirdim.


Ailevi Akdeniz Ateşi ise bir tek Am akoru basarak, her gece sahilde devamlı kız götürüyomuşum havası verse de aslında pek öyle bi şey değil. Bu Am akoru ile ilgili enteresan bir anım da var. Lisede ergen olarak evde bir takılmaca yaparken (kızlı-erkekli mangal yapıyoduk, evet. Çok utanıyorum..) Kapıda asılı olan şarkının akorlarına bakan bir kızın yanındaki kıza sessizce "Reren' in kapısında asılı olan kağıtta niye Am yazıyo?" diye soruşu gerçekten müzikten soğutmuştu beni. O olay sonrası Klasik gitar ve akorlara veda edip bas gitara başlayarak tüm harflerin yanındaki "m" harfini kaldırmış ve daha tekdüze olarak sadece A basmaya başlamıştım. O zamanlar böyle çok internet geyikleri dönmüyordu. Yoksa ben de isterdim kızın yanına yaklaşıp kulağına sessizce "çünkü eşşeğin z... dolayı." diyebilmeyi..

Delicesine uzun yazma isteğim var. Bu istek zamanla da kaybolacak gibi durmuyor. Yurtiçinden yurtdışına, el terlemesinden yüzme havuzuna, askerlikten çürük raporuna, ottan boka, kıldan yüne kadar yazacak o kadar çok şey var ki.. Zamanla olacağını varsayıyorum. 
Eyvole!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder